MUTLULUK VE HUZURUN ANAHTARI

Tamamı kız öğrencilerden oluşan bir gruba bir seminer sonrası şöyle bir soru sormuştum: “Her birinize yakışıklı bir koca, dolgun maaşlı bir iş, güzel bir villa, son model bir araba ve pırlanta gibi iki evlat veriyorum. Almak isteyenler el kaldırsın!”

İlk başta hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış, verdiğim tüm bu şeyleri hemen almak isteyeceklerine dair bir izlenim edinmiştim. Ama tahmin ettiğim gibi olmadı ve sorunun sonunda kimse el kaldırmadı. Uğruna ömürlerini harcadıkları bu nimetleri bir anda elde etme imkanı bulmuş olmalarına rağmen, hepsi verilenleri elinin tersiyle geri itmişti.

Reddetmekle de çok iyi yapmışlardı aslında. Zannediyorum hiç birimiz bunları bir anda böyle kolayca elde etmeyi istemezdik. Uğruna ter akıtılmayan kazançların ne değeri olabilirdi ki?

Bu öğrenci arkadaşlarımız da bu hakikati çok iyi biliyor olmalıydı ki bir anda tüm bunları elde etmenin bir kıymetinin olmayacağını idrak etmişlerdi. Ve sanki elde edeceklerse de tırnaklarıyla kazıyarak kazanmak ister gibi davranmışlardı.

***

Mücadele etmek ve ter dökmek, doğanın kanunudur. Yer gök ve bin bir türlü canlı her gün harıl harıl çalışırken, insanoğlu tembel tembel oturamaz!

Uğruna mücadele vermediğimiz hiçbir şey, bizim değildir. Mücadele etmeden elde ettiğimiz şeyler bizim gibi görünse de er ya da geç elimizden uçuverir.

Üzerinde alın terimizin olduğu kazançlar, bize tarifi imkansız hazlar yaşatırlar.

Boş durmak ve çalışmamak, mutsuzluğun önemli bir nedenidir. Çalışmayan bir insan gün içinde ne yapacağını bilemez. Üstelik bir de işe yaramadığını düşünürse kendisine karşı değersizlik hissini besleyip büyütür. Haliyle bunun sonucunda saadetten yoksun mutsuz bir hayat yaşar.

Hayatlarımızda yapacağımız küçük bir değişiklik, ufak bir hareketlilik, kelebek etkisi misali tüm hayatımızı değiştirebilir. Buna bizi, İyi Hissetmek isimli kitabında Psikolog David Burns, çok ilginç bir deneyimini aktararak inandırır. Olay şöyle cereyan eder: Burns çeşitli sorunları olan iki kişiyi karşısına alır ve ellerine boş bir kâğıt ile bir kalem verir. Onlardan kendi hayatlarıyla ilgili birkaç hedef yazmasını ister. Bir kişi kalemi hiç oynatmazken, diğeri kâğıda sadece bir nokta koyar. Bu olayın üzerinden günler geçer ve Burns sonrasında şunu gözlemler: Kâğıda sadece nokta koyan kişi, daha hızlı iyileşme evresine girmiştir. Diğer kişi ise, günler geçmesine rağmen yerinde saymaktadır.

Sonuç şaşırtıcı değil mi? İyileşmeye istekli olmak ve azıcık harekete geçmek, iyileşmenin yarı yolunu almakla aynı anlama geliyor.Yola çıkmak için bazen bir adım atmak yetebiliyor.

Bilirsiniz, “nerede hareket, orada bereket” diye güzel bir söz vardır. El-hak dosdoğru bir sözdür bu. Bereketin anahtarı hiç şüphesiz harekettir. İnsanoğlu, hiçbir şey yapmadan, hiçbir işin ucundan tutmadan, akşama kadar evinde oturarak mutlu olmayı bekliyorsa, açık açık söylemekte fayda var, daha çookkk bekleyecektir.

***

Günümüzde bazı insanlarda yaygın bir anlayış var: Emeksiz ekmek. Bunlar, çalışmadan, mücadele etmeden, alın teri akıtmadan kazanmak istiyorlar. Bir de şuna inanıyorlar: “Mutluluk ve başarı benim doğuştan getirdiğim hakkımdır, onu çabalamadan da elde edebilmeliyim.”

Mutluluk da başarı da kimsenin doğuştan getirdiği bir hak değildir!

Mücadele etmeden başarının ve mutluluğun gelmesini beklemek, boşuna bir bekleyiştir. Dünya her daim dönerken, evren her nesnesiyle hareket ederken biz olduğumuz yerde öylece oturup durarak başarı ve mutluluğun ayağımıza gelmesini bekleyemeyiz.

Ekmek elden su gölden bir hayat bize terstir. Biz yediğimiz ekmeğin üstüne, alın terimizin akmasını isteriz. Mevlana’nın dediği gibi, ekmeğimizi terimize banıp yeriz.

Bakın Halil Cibran ne der: “Yeryüzünde her şey belli bir uyum içinde şarkı söylemekteyken, hangi biriniz çıkıp da sağır ve dilsiz bir kamış parçası gibi sessiz kalmak ister?”

Share This

Copy Link to Clipboard

Copy